O gün en kenarda durmuş, boğaza bakıyordum. Duymaya özenebileceğim acı, çöreklenmiş değildi yüreğime. Dahası taş, daha bilinç yoksunu yontuyum. Yontuya anlam yüklenmemiş, biri yine bir canlı ona can vermemiş. Senin duyarlı beynine girebilmem olası değil artık. O zaman, adına anımsama oyununa kaptırmam gerekli; kesin yokluğun sahte inancına alışmam böylece. Kendi belleğiyle baş başa kalabilme yetimliliğine dayanabilecek miyim? Yaşamaya ne denli razı, daha doğrusu hükümlüysem, o denli direnecek zavallı canlılığım. Yaşamayı yok edebilecek gücüm olsaydı, yok edebilseydim, eşitlenirdik. Sen beni beklemeye zorunlu durumda olsaydın, boşluğun da ötesindeki bu avuntu saçmalığının nasıl can yakıcı, iç delici, işkencelerin en yıkıcısı, titreticisi olduğunu -zaman zaman kesintiye uğrasa da- algılayabilirdin. Hiçbir neden yer değiştirmemize izin vermeyecek. Denklem buluşabildiğimizde kendiliğinden çözülünceye dek sevgi yerine sürekli öfkeye sarılmaklığımı haklılık mı sayacağım? Düşmemeliyim bu tuzağa. Sesleri saptama, yaşananları görüntüleme buluşları dönüşsüzlüğü vurgulamaktan öte yarar sağlamıyor, durdurmuyor kanayanı.
Bağış dileyemem senden, elimde değil çünkü. Kendi kendimi bağışlamaya kalkışırsam, kendimi kandırmak batağından hiç çıkamayacağım, batacağım gitgide.
Vüs’at Orhan Bener